Cengiz KALA'yı Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:

 

 

Bir yoldaşı anlatıyor:

Bir Cengiz gidiyor, yeni Cengizler büyüyor

 

Toprak damlı köy evinin önünde bir katafalk kurulmuş. Üzerinde bir Devrimci Sol gerillası. Başında, yumruk havada nöbet tutan genç yoldaşları, and içen arkadaşları, ağıt yakan anaları, gözyaşı döken yakınları ve öfkesini sloganlara dönüştürüp haykıran yüzlerce insan var.

Katafalkın çevresinde bir daire oluşturulmuş. Tüm gözler, kamuflaj elbiseli, sakallı, parmak tetikte donmuş gerillaların üzerinde odaklanmış. Bedeni kurşunlanmış, sağ bacağı kasaturayla parçalanmış. Kilometrelerce sürüklendiği için de sırtında bu sürüklenmenin izleri var.

Ama yüzü apaydınlık... Herkes tek tek alnından öpüyor. "On İkiler Yaşıyor Devrimci Sol Savaşıyor" sloganları eşliğinde omuzlarda taşınıyor. Çocuklar, kır çiçekleriyle kortejdeki yerlerini almışlar. Ve bir kadının doğum sancısı tutuyor. Nurtopu gibi bir bebek dünyaya geliyor. Omuzlarında taşınan gerillanın adı konuluyor bebeğe.

Cengiz Kala, dünyaya merhaba diyor.

...

Cengiz, devrimci olmadan önceki yaşamında çalışkan, ailesine bağlı, kendi işini yapan ve bunun dışında toplum içine girmekten çekinen, yanlızca kardeşleriyle gezip dolaşan bir arkadaştı. İlkokulu kendi köyünde, ortaokul ve liseyi ise Elazığ Atatürk Lisesi'nde okudu.

Cengiz, liseye giderken devrimci mücadeleyle tanıştı. Bir süre sonra DLMK'lı oldu. Aktif görevlerde bulundu. Lise 3'e giderken, gerçekleştirilen bir operasyonda gözaltına alındı. 1992 yılının Mayıs ayında tutuklanarak önce Elazığ, sonra Kayseri, daha sonra Nevşehir hapishanesine konuldu. 3 aya yakın tutsaklık yaşadı. Temmuz ayında tahliye olduktan sonra köyüne döndü.

Cengiz ile, hapishaneden çıktıktan sonra daha samimi, sıcak ilişkiler içine girmiştim. Eski Cengiz; yani topluma girmekten çekinen, konuşmaktan utanan değildi. Karşımda her şeyiyle değişen, yepyeni bir insan görmüştüm. Bize hep dostluktan, kardeşlikten ve mücadele etmekten bahsederdi. Arkadaşlarına büyük değer verir, bizimle saatlerce konuşurdu. Düşmandan bahsederdi. Bunu ilk kez duyuyordum. Düşman kimdi? Günlerce eli kanlı, yeşil elbiseli katilleri anlatırdı. Dağlardaki gerillayı, köylüleri nasıl katlettiklerini anlatırdı. Köydeki genç arkadaşları olarak, ilk kez kendimizi gerillaya bu kadar yakın hissediyorduk.

Cengiz ile konuşan her insan ona ilgi duyardı. Bunun nedeni sadece güzel konuşmasından değildi. Alışkanlıkları, hal ve hareketleriyle yaşının üzerinde bir olgunluğa sahip oluşu da bunda çok etkiliydi. Genç-yaşlı, kadın-erkek her yaştan insanla çok kısa sürede sıcak ilişkiler kurma yeteneğine sahipti. İlişkilerinde, konuşmalarında ölçülü davranırdı. Konuştuğu insanları sabırla dinler, düşüncelerini iyice öğrenirdi. Ardandan sakin sakin konuşmaya başlayıp karşısındakini ikna etmeye çalışırdı. Bir başkasının sözünü kesmezdi. Kendi sözünün kesilmesine de kızardı. Oportünistlerle ve PKK'lilerle de sık sık tartışırdı. Olgunluğu ikna edici tavrıyla anlattıklarını karşısındakine ve çevresindekine onaylatırdı. Kısa sürede tartışmanın inisiyatifini eline alır, karşısındakini yönlendirirdi. Sekterlik, üslupta düzeysizlik ona çok uzak şeylerdi. Sevgi-saygı yaşamının temeliydi.

Köye geldikten bir süre sonra Mücadele Gazetesi'ni getirdi. Birkaç arkadaşını alıp evine götürür, okur, anlatırdı. Bizim sorunlarımızdan, alışkanlıklarımıza kadar herşeyi tartışır, doğruyu göstermeye çalışırdı. Mücadele gazetelerini bize de vermeye başladı. Bir süre sonra bana mücadeleye katılma yönündeki düşüncelerimi sordu. İşi evirip çevirmiyordu. "Yapacak mısın yapmayacak mısın" diye sorar, kısa sürede netleştirmeye çalışırdı. Böyle yaparak onlarca kiyişi olumlu yönde netleştirip, mücadeleye katılmalarını sağladı. Ardından görev dağılımı yaptı, kimi gazeteleri dağıtacak, kimi, belirlediği insanlarla ilgilenecekti. Eğitim çalışmaları yaptırmaya başladı. Kitap okumamız için kitap veriyor, müzik dinlememiz içinde beğendiği, sevdiği kasetleri veriyordu. Bizi arabesk müzik dinlemememiz için saatlerce konuşup, ikna ederdi. Temel eğitim broşürleri okuduktan sonra bizi bir evde toplar, kitaptan neyi anladıysak anlatmamızı isterdi. Sorular sorar, kavrayamadığımız noktaları açığa çıkartıp kavratmaya çalışırdı. Saatlerce mütevazı bir şekilde bize konuyu anlatırdı.

Cengiz sadece arkadaşımız değil, aynı zamanda öğretmenimiz olmuştu. Bize halk için ölebilmeyi öğretmeye çalışırdı. "... İnsanlar için öleceksin/ hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için/ hem de hiç kimse seni buna zolamamışken / hem de en güzel/ en gerçek şeyin yaşamak olduğunu bildiğin halde" şiirini okurdu. Ardından; "siz hiç bir şey yapmadan boşu boşuna mı, yoksa belli bir amaç uğruna onurluca ölmeyi mi tercih edersiniz" diye sorardı. Böyle yaparak devrimciliğin güzellikleriyle beraber zorluklarını da kavratmaya çalışırdı.

Tek başına benimle beraber pek çok insanı örgütlemişti. Hep dağlara, gerillaya duyduğu özlem ve sevgiyi dile getirdi. "Yakında ben de dağlara gidip gerilla olacağım" derdi. Biz de "gelelim" derdik. O da , "kendi alternatifinizi yaratın ondan sonra" derdi. Örgütlülüğümüzün kalıcı olması için, bizim de insanları örgütlemek için çalışmamız gerektiğini anlatırdı.

Cengiz gerek bizim, gerekse de çevresi üzerinde büyük bir saygınlık kazanmıştı. Hepimiz ona imreniyor, kısa sürede nasıl böyle değiştiğine şaşırıyorduk. Ondaki değişimi hapishanede kalışına bağlıyorduk. Öyle ki "biz de hapishaneye girsek" diyorduk. Hapishaneye girdiğimizde, biz de, Cengiz gibi oluruz düşüncesi taşıyorduk.

Cengiz, kısa bir süreçte çalışmaları oturtmuş, gençler arasında birlik sağlamayı başarmıştı. Örgütlediği birçok kız arkadaş da vardı. Köyde hepimizin biraraya gelip çalışma imkanımız neredeyse yok gibiydi. Çünkü, kız-erkek biraraya gelmesi- nedensiz- hoş karşılanmazdı. Diğer bir neden de ailelerdi. Çocuğunun devrimci olmasından korkan aileler kendi çocuğunu baskı altına alıyor, bizim istediğimiz ortamlara katılmalarına müsaade etmiyorlardı. Tam da böylesine çözümsüzlük yaşadığımız bir süreçtir, Cengiz yaratıcılığını ortaya koyan çözüm düşüncesi ortaya koydu: "Köyde boş bir ev bulalım. Burada halk oyunları öğrenmek için çalışacağımızı söyleriz. Aileler de çocuklarını baskı altına almaz. Biraraya gelmemize de ses çıkarmazlar" dedi. Boş bir ev bulduk, ailelerimize de ilan ettik. "Her akşam halk oyunları çalışacağız" dedik. Ama gel gör ki Cengiz'in oyun falan bildiği yoktu. Konuşuyor tartışıyorduk. O, yaşamıyla bizlere, dayanışmayı, paylaşmayı öğretiyordu. Köyde komşuların ekinlerine yardım eder, bizi de teşvik ederdi. Bize "eğer insanların sizi sevmesini, saymasını istiyorsanız, söylediklerinizden çok yaptıklarınız önemli. İstediğiniz kadar konuşun. Eğer konuştuğunuz gibi olamıyorsanız, kimse size inanmaz ve sevmez. İnsanlara yardım eder, saygılı davranırsanız sizi sever, sayarlar" diyordu. Bu yönüyle; yani yaptıklarıyla söyledikleri arasında uyum sağlayan bir kişiliğe sahipti.

Cengiz örgütlemeye ailesinden başlamış ve bunu başarmıştı. Bu konuda "devrim yapacaksak önce kendi ailemizden başlayalım" derdi. Kendisi ailesi ile feodal ilişkileri çözmüş, arkadaş haline gelmişti. Artık ailesi kendisini haklı görüyordu. Geçmişe nazaran daha da bağlanmışlardı ona. Köyde Cengiz'in sevilip sayılmasından gurur duyuyorlardı. Ailelerimize yaklaşım konusunda da bize örnek olmuştu.

Cengiz, '92 yılının Ağustos ayının sonlarına doğru İstanbul'a gitti. Bize devrimciliği öğretmiş, yerini doldurmuştu. Gittikten sonra O'nun yokluğunu hissediyorduk. Köyde devrimcilik konusunda olumlu bir imaj yaratarak ayrılmıştı. İstanbul'a gittikten bir süre sonra darbe ihanetini yaşadık. Bu nedenle bir süre gerillaya katılmamış, bir işe girip çalışmak zorunda kalmış. Gerillaya ancak '93 Ocak ayında Dersim'de katılmıştı.

 

***

 

Dersim Kır Gerilla Birliğinden Bir Yoldaşı, Cengiz Kala'yı (Gerilladaki adıyla Hasan'ı) anlatıyor:

 

'93 Ocak başında birliğimize üç yeni savaşçı katılacaktı. Randevu verdiğimiz yere gelmediler. Bir hafta sonra X.... köyüne gelmişlerdi. Gelenler Kemal (Kadir Güven), Ayhan (Mehmet Ali Öztürk) ve Hasan (Cengiz Kala) idi.

Hasan, yaşının üzerinde bir olgunluğa sahipti. Yaşamıyla, disipliniyle, düzenliliğiyle, konuşmalarıyla örgütümüzü tanıdığı belliydi. Kır yaşamına uyum sağlamada sorun yaşamadı.

Hasan, katıldıktan kısa bir süre sonra birliğimizin komüncüsü oldu. Birlik içerisinde olumlu bir grafik izleyerek gelişiyordu. Sürekli okuyor, tartışıyordu. Bazen bana "gel gidip kitap okuyup üzerinde tartışalım" derdi. Birlikte çalışırdık. Teorik olarak da hareketimizi iyi tanıyordu. Örgütlü yaşamın da nasıl olduğunu biliyordu. Bu nedenle olumsuzluklar, kuralsızlıklar karşısında tavırsız kalmıyor, eleştiriyordu.

Birgün Cemal komutan (Nazım Karaca) yanına Hasan'ı, Selçuk'u (Hasan Aktaş) ve Yücel'i (Yalçın Çakmak) alıp keşfe çıkacağını söyledi. Cemal öncülük yapıyor. Diğer üç arkadaşı derelerden, tepelerden, yamaçlardan arkasından yürütüyormuş. Yücel bir yamaçtan yuvarlanıp, birliği kaybetmiş. Bir süre sonra Cemal komutan arkasında yürüyen Selçuk'a, "Yücel nerede, ne oldu" diye sormuş. Selçuk, "vallahi Yücel'in kalbi vardı" diye cevaplamış. Ardından Cemal komutan Hasan'ı Yücel'i bulması için geri gönderiyor. O gün hava çok yağmurluydu.

Biz P...... köyündeydik. Hasan yanımıza geldiğinde sular içerisindeydi. Bize neden geri geldiğini ve başından geçenleri anlattı. Hasan yanımıza gelirken bir dereyi geçmesi gerekiyormuş. Ama dere geçit veriyormuş. Hasan da dereden atlayayım derken tam derenin ortasına düşmüş. Her yanı ıslanmasına rağmen, O, silahını suya düşürüp ıslatmamış. Bunu sevinerek anlatıyordu.

Hasan ile çok uzun süre aynı birlikte kalamadık. En son Akçapınar karakol eylemine gidecekler biraraya geldiğinde görmüştüm. Hasan ve 11 yoldaşımız bizden ayrılıp Pertek bölgesine gittiler. 23 Nian 1993 tarihinde şehit düştüklerinin haberini alacaktık.

Çatışmanın ayrıntılarını daha sonra halktan öğrenecektik. Hasan'a ilişkin anlatımlar şöyledir:

Gerillalar kuşatılmışlardı. Tam bir çember içerisindeydiler. Tepelerde ve Çalaxane köyünde bulunan askerler tüfeklerini gerillaların üzerine doğrultmuş, ateş emrinin verilmesini bekliyorlardı. Tam da bu sırada komutan Mehmet, müfrezeyi üçe bölerek yoldaşlarına mevzilenmeleri talimatını verdi. Gerillaların mevzilendiğini gören düşman amansızca ateş etmeye başladı.

Savaşçılar sağlı sollu mevzilenmeye çalışıyorlardı. Ancak mevzilenecekleri fazlaca da bir yer yoktu. Düşman ise yoğun bir şekilde ateş etmeyi sürdürüyordu. Komutan Mehmet ve Hasan birbirini koruya koruya dereden yukarı çıkıyorlardı. Biri mevzilenip ateş ediyor, diğeri hızla ileri koşuyordu. Daha sonra o mevzilenip diğeri koşarak ilerliyor ve mevzilenip ateş ediyordu. Düşmanın ateş alanından çıkmalarına 15-20 metrelik bir mesafe kalmıştı. Hasan mevzilenmiş düşmana ateş ediyordu. Komutan Mehmet bu arada Hasan'ın yanına ulaşmak için ayağa kalkmıştı ki, aldığı kurşunlarla şehit düştü. Hasan ise korunaklı bir yere varmak için koşarken aldığı bir kurşunla yaralandı. Yere düşerken silahı elinden düşüp uzağa düştü. Düşman, Hasan'ın yere düştüğünü görünce yeniden taradı. Bir ara ateşi kesen düşman askerleri, mevzilendikleri yerden kalkarak elleri tetikte ağır ağır Hasan'a yaklaştılar. Hasan, halen yaralı, yerde yatıyordu. Silahının kendisinden uzak olduğunu gören askerler bundan cesaret alarak Hasan'ın yanına geldiler. Hasan'ın başına gelen askerler, O'nun yaşadığını görünce, askerlerden biri komutanlarına "komutanım terörist yaralı, ne yapalım" diye sordu. Düşman subayı ise "gebertin, öyle getirin" dedi. Bu emri alan düşman askerleri, Hasan'ın başına sıktıkları kurşunla O'nu katlettiler.

 

Geri